Yaşam

Kenzaburo Oe, Japonya’nın sorunlu yazarı

1800’lerin ikinci yarısında Batı’ya açılma hareketini, gelenek ve yeniliğin çatışmasını, 1900’lerdeki toplumsal gerilimleri, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen ve 1900’lerde zirveye ulaşan milliyetçilik dalgasını doğrudan yaşamasa da. 1930’larda Kenzaburo, çocukluğundan beri bunların etkilerini güçlü bir şekilde hissetti. Oe, 1950’lerin başından itibaren memleketinde bir yazar olarak adını duyurmaya başladı.

Çocukluğunda İkinci Dünya Savaşı’nı ve sonrasında yaşanan yıkımı gözlemleyen Oe, üniversitede aldığı Fransız edebiyatı eğitimi sayesinde Japonya’daki olaylara hem içeriden hem de dışarıdan bakma fırsatı buldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’da ortaya çıkan bireysel ve toplumsal bunalımlara gençlik yıllarından itibaren tanık olan Oe, bu kuşağın duygu dalgalanmalarını, çalkantılı ilişkilerini ve hayal kırıklıklarını metinlerinde işlemiştir. Kendisine 1994 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran romanlarının bir diğer özelliği de sosyal ve politik eleştiriydi.

Oe, birey-toplum istikrarını gözettiği romanlarında yalnızlık, yabancılaşma temalarına yönelirken sorunlardan ve sorumluluklardan kaçmanın acısını, kendini ve çevresini kandıran insanın ruhunu rahatlattığı düşüncesinden söz eder. Bunu yaparken de engelli oğlunu bir roman kahramanı haline getirmiş ve hikâyelerine kendi hayatından modüller katarak okurla arasında güçlü bağlar kurmuş; ağzımızdan çıkan “normal” ve “anormal”in toplumsal, ahlaki ve patolojik bir sorgulamasına girişti.

Oe, bireyin inkar ve kaçışının önce kendi benliğinde ardından toplumsal kaygılarda açtığı boşlukları gözler önüne sererken, insanın geçmişinin şenlikli bir hatıra geçidi olabileceğini ya da bir gayya kuyusuna dönüşebileceğini hatırlattı ve ihmal etmedi. gerçek ile söylenti arasına çok ince bir çizgi çekmek için. Tüm bunları, umudun ve çaresizliğin bilinmez bir sona getirdiği karakterler aracılığıyla başarmıştı.

KURALLARDAN YANAN UMUT VE ERDEM

Görmek ile görmezden gelmek arasındaki geçişi, masumiyet ve suçluluğun bir anda yer değiştirebileceğini anlatan Oe’nin zamanının yeterli bir gözlemcisi olduğunun kanıtıydı. Sıradan ve saf bir insanın gaddar bir zalim ve ırkçı olabileceğini herkese hatırlattığı ‘Kurbanı Beslemek’ (Çev: Ali Volkan Erdemir, Can Yayınları, 2023) bu anlamda değerli bir kitaptı. Bireysel ve toplumsal travmaların anlatıcısı olan, deliliğin ucunda gezinen, her an her şeyin olabileceğini düşünen yazar, bireylerin kusurlarından farklı değerlendirilmemesi gerektiğini çizgisinin ortasına yerleştirmiş, ama bunlar ahlaki bir boşluk yaratma tehlikesini taşır.

Kurbanı Doyurmak, Kenzaburo Oe, Çeviren: Ali Volkan Erdemir, Can Yayınları, 2015.

Gözyaşlarımı Sileceği Gün’de (Çev: İsmet Birkan, Can Yayınları, 1995) benzer bir boşluktan doğan tehlikelere dikkat çekmiş; Japonya’nın yakın tarihinden esinlenerek, bireyin ve toplumun hastalığını karşılaştırmış ve şizofreni ile faşizm arasındaki ilişkiyi hatırlatmıştır.

Yazısını “acıya karşı konuşan ve acı içinde bile gülmeye çalışan bir palyaço” olarak tanımlayan Oe, ironi, mizah ve trajediyi ön plana çıkardı. Çocukken İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yenilgisini radyodan duyan, imparatorun bir tanrı olmadığını öğrenen, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, “esnek olmayan bilek” denilen Japon ordusunun parçalanması, Pasifik’te oğlu Hikari’nin beyin fıtığı nedeniyle kaybı. Engelli olarak doğmak, Oe’nin ironi, trajedi ve mizahla dolu edebi telaffuzunu ve hayatını şekillendirdi.

Hümanizmi, merhameti ve eleştiriyi bünyesinde barındıran yazarın oğlu Hikari, anne babası tarafından öldürülüp yaşatılmak üzereyken romanlarında şefkati tetikleyen “bitkisel bir varlık” olarak karşımıza çıkar. ‘Kişisel Bir Sorun’ (Çev: Hüseyin Can Erkin, Can Yayınları, 2015) filmindeki otobiyografik öğeler, Oe’nin oğlu Hikari ile olan bağını yansıtıyordu. Yaşam ve vicdan çatışması, birey ve özgürlük arasındaki gerilim yazarın diğer romanlarında özellikle ‘Kişisel Bir Sorun’da karşımıza çıkar. Karakterleri aracılığıyla bireylerin isteklerine ve hayatın ortasındaki uçurumlara dikkat çeken Oe, çaresizlik içinde yaşayan ve erdemli bir hayat yaşayan insanları resmetmiştir. Öte yandan, ‘Kurbanı Beslemek’te olduğu gibi, korkunçluğun, karanlığın ve hayatlarını kökten değiştirecek gelişmelerin yaşanabileceğini düşünmeyenlere de hatırlattı: “Uzak bir ülkede savaş, bir savaş gibiydi. Köyümüze asla ulaşamayacağını düşündüğümüz koyun sürülerini ve taze biçilmiş otları sürükleyen sel…”

İKİLEMLER, KARANLIK, ÇABA VE YABANCILAMANIN YAZARI

Okuyucuyu bir depresyon girdabına sokuyor gibi görünse de, Oe’nin karanlıkta gizlenen umuda göndermelerini unutmamak gerekir. Uğursuzluk, felaket ve yıkım olsa da umudun ve çıkışın bir yerlerde olduğu anlatısını güçlü kılan, yazarın yaşamdaki kaos, çehre, kafa karışıklığı ve belirsizliği gerçeklik ve sadelikle dengelemesiydi. Oe, ‘Feeding the Kurban’da savaşın iki kardeş ve bir aile üzerindeki etkisini ve sıradan bir hayatı nasıl dönüştürdüğünü bu tür bir istikrar çerçevesi içinde ortaya koyuyor: “Kardeşim ve ben, sert kabuklu bir kabuğun içindeki iki küçük tohum gibiydik. , etli meyve, ilk ışıkla karşılaştığında titreyip yarılan bir zara sahip. Etrafını saran iki yumuşak, sulu yeşil çekirdek. Bu sert kabuğun dışında, şehirde, deniz kıyısında, sıradağların arkasında, deniz kıyısında çatıdan bakıldığında ince bir çizgi halinde parlayan savaş, uzun zamandır anlatılan bir efsane kadar çarpıcı ve nahoş, pis havasını kusuyordu. Ama bu savaş bizim. Onun için gençliğin yokluğu. köydeki adamlar ve önden gelen orta sıra postacının ölüm haberinin başka bir anlamı yoktu.Savaş, bizim sert kabuğumuz, kalın etimiz arasından bize ulaşamazdı.Üzerlerinden geçmeye başlayan ‘düşman’ uçakları. Son günlerde köy, bize seçkin görünen bir kuş türünden başka bir şey değildi.”

Bireysel Bir Sorun, Kenzaburo Oe, Çeviren: Hüseyin Can Erkin, 232 s., Can Yayınları, 2010.

Oe, 1945 öncesi ve sonrasında Japonya’da olup bitenleri, insanların neden bu belaya sürüklendiğini ve toplumdaki gerilimleri kendi hayat hikayesinden kesitlerle birleştirerek anlatan bir yazardı. Kimi zaman çağdaş dünyanın ve yaşamın ikilemlerine ve bireyler için yarattığı ikilemlere, kimi zaman da ülkesinin gelenek ve mitlerine yönelmiştir.

Kitaplarını Türkçeye çeviren isimlerden Ali Volkan Erdemir, Oe’yi “çok sıkıntılı” olarak tanımlıyor ve “Bu sorunlarla – ailevi sorunlar, doğuştan engelli oğluyla yaşadıkları – kendisine bir dünya kuruyor” diyor. kendisi için edebiyat”. Klasisizmden sıyrılmaya çalışan Oe’nin “karanlık ve mücadeleci ruh halini metinlerine yansıttığını” ve kendisinin bir insan hakları savunucusu ve aktivisti olduğunu da belirtiyor.

Gerçek ile hayal arasındaki dengeyi özenle kuran, büyük bunalımların ve travmaların yarattığı acıları, yabancılaşmayı ve kültürel gerilimleri birey-toplum ekseninde işleyen Oe, hayatından modülleri kurguyla buluştururken zamanın tanığı oluyor, ve ders vermeye çalışmadan yaşayan ve oynayan bir yazar olarak insanlık durumunu kaçırmaz. hatırlanacak ve okunacaktır. Kendi hayatını ve hikâyelerini, hayatını ve mitlerini, kanaatini ve huzursuzluğunu ortaya çıkaran kitaplarıyla yirminci yüzyıldan geleceğe seslenmeye devam edecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu